20 Haziran 2009 Cumartesi

Büyüleyici Fotoğraflar: Le Grand Foyer

Opera House of Paris, the Palais garnier's grand salon.

İnanılmaz bir kalabalık var ama inanılmaz güzelliği var. Hayran kaldım.. Eric Pouheir'in çektiği fotoğrafın gerçek boyutlu hali burada.

Büyüleyici Fotoğraflar: Common Grass Blue



Sanırım Wikipedia'nın en çok bu yönünü seviyorum. Dünya gündemindeki haberler, tarihte bugün olmuş olaylar ve güncel konular hakkında bilgiler olması gerçekten çok hoş ama Günün Fotoğrafı olayı bambaşka. Yani her gün bir şaheser sunuyorlar ve cidden büyüleyici fotoğraflar.

Resimde gördüğümüz Kelebek hakkında kısa bir bilgi:

The Common Grass Blue (Zizina labradus) is a small butterfly found throughout Australia and neighbouring islands. Adults are purplish blue on the upper wing surface with a black body and black or brown wing margins.
Fotoğraf: Fir0002 tarafından Kasım 2007 yılında Swifts Creek, Victoria / Avustralya'da çekilmiş.

Ek Bilgi olarak da;
Camera Details:Camera: Canon 20D,
Lens: Sigma 150mm f/2.8 Macro,
Flash: Canon MT-24EX

Fotoğrafın orjinal boyutuna buradan ulaşabilirsiniz.
Bu arada ufak fotoğrafa kanmayın, orjinal linkteki resim inanılmaz. :)


Ufak bir araştırmadan sonra aynı kelebek türünün ikinci bir fotoğrafı ile karşılaştım.

John O'Neill tarafından çekilmiş


Resmin gerçek boyutuna buradan ulaşabilirsiniz.


19 Haziran 2009 Cuma

Çok Yakında Sinemalarda: Ice Age 3

Ice Age: Dawn of The Dinosaurs yani Buz Çağı: Dinazorların Doğuşu (Şafağı pek uygun gelmedi kulağıma :). Başlık almayacağı için serinin üçüncü filmi olduğundan Ice Age 3 olarak yazdım.

Sevimli kahramanlarımız Küresel Erimeden sonra şimdi de ortaya çıkan Dinazorlar ile tanışacak. Kadro yine aynı kadro. Malum fırlama karakterimiz Scrat zaten yine ortalıklarda olacaksa, eminim yine bomba bir film olacaktır. Filmin posterinde gördüğünüz üzere kahramanlarımız yeni dinazorları pek bir sevmişler, uslu uslu oynuyorlar.

Serinin ilk iki filminde gayet keyif almıştım, bu filmde de beklentilerim bu yönde. Henüz filmin fragmanını izleme şansım olmadı ama seslendiren isimleri gördüğümde en azından bu yönden memnun edici olacağına inandım. Yani sesini ve/veya oyunculuğunu sevdiğim kim varsa kadroda. İlki Shaun of The Dead filminin çılgın İngilizi Simon Pegg. Zaten bu adamın oyunculuğu ve senaristliğini tek filmiyle dahil kabul ettim.

Hadi onu geçtim fırlamalığından bir başka keyif aldığım Amerikan Pastası'nın Stifler'ı Sean William Scott olacak. En son Role Models filminde ufak bir çocuğa örnek olmaya çalışan talihsiz bir arkadaşı oynuyordu. Bu filmde de sesini duymak güzel olacak.

Ayrıca Everybody Loves Raymond dizisinin senaristi ve başrol oyuncusu Ray Romano ve Queen Latifah da bu filmde sesleriyle eşlik edecekler.
Aslında en önemli konu, Ice Age filmi Türkiye'de çocuk filmi olduğu için Türkçe altyazılı olarak izlemek biraz zor olabilir. Umarım sinemada akşam veya gece seansı İngilizce olur da, bu filmi bu ünlülerin ağzından dinleyebiliriz.

Yoksa Okan Bayülgen ve Mehmet Ali Erbil bütün anime karakterlerin Türkiye'deki sesi olacak ki bu da apayrı bir tartışma konusu ama benim niyetim İngilizce izlemekte.

IMDB'ye göre filmin Türkiye'de gösterime giriş tarihi: 01 Temmuz
İyi Seyirler,

18 Haziran 2009 Perşembe

Büyüleyici Fotoğraflar: Lena Nehri Deltası


Resmi gördüğüm ilk an ne olduğunu çok fazla kavrayamadım. İlk etkilenim rüzgarlı bir havadaki ağaç gibi gözükse de daha sonrasında çok farklı bir resim olduğunu anladım. Lena Nehri deltasına ait Nasa tarafından çekilmiş ve bilgiler bölümünde okuduğuma göre "False-color composite image made using shortwave infrared, infrared, and red wavelengths." teknikleri kullanılmış. Açıkçası ben fotoğrafçılıktan anlamadığım için teknikler hakkında yorum yapamayacağım ama fotoğraf cidden olağanüstü.

Fotoğrafın orijinali: 3.100 x 3.100 pixel şeklinde 4.18 MB büyüklüğünde burada.

Wikipedia sitesindeki bilgiler ise:,

Lena Nehri sularını Yeni Sibirya Adaları'nın kuzeybatısına 10,800 km²lik bir delta ile bırakır. Nehir ağzının delta boyunca uzunluğu 400 km. yi bulmaktadır. Delta alanının bir kısmı Vahşî Yaşamı Koruma Bölgesi ilân edilmiştir. (Lena Nehri Deltasının Uydu Görüntüsü - Landsat 2000)

16 Haziran 2009 Salı

Çok Yakında Sinemalarda: Public Enemies




Şu sıcak havalarda ne yapayım diye düşünürken, en iyi fikirlerden bir tanesinin sinemaya gitmek olduğuna karar verdim. Açıkçası IMDB'den yakında sinemalara çıkacak filmlere baktığımda sanırım bu yaz güzel güzel filmler izleyeceğimize karar verdim. Bloguma az çok baktıysanız, bir sinema sitesine ait widget ve izlemeye niyet ettiğim filmlerin de bir listesi mevcut. Sanırım onu da güncellemem gerekiyor. :)

Bu yaz gösterime girecek filmlerden şu ara en yakın zamanda Transformers: Revenge of The Fallen var ama benim niyetim geçen ay sinema da fragmanını izlediğim Public Enemies olacak.

1933-34 yıllarında Amerika'yı ve bütün Dünya'yı etkileyen Depresyon döneminin en ünlü soyguncularından biri olan John Dillinger (Johnny Deep) ve onun peşindeki FBI ajanı Melvin Purpis (Christian Bale)'ın hikayesini anlatıyor. Aslında konusu elbetteki basit bir takip değil. Dönemi ve insanları da anlatıyor ama bu dönemi bu kovalamaca sırasında izleyeceğiz.

Hikaye de Johnny Deep ve Christian Bale gibi iki süper oyuncunun bir arada olması açıkçası beni çok heyecanlandırdı ve filmin 1930'larda Gangster filmi olması da atmosferin içine balıklama dalmamızı sağlayabilir. Bu yaz takip listeme ekliyorum.

Tabii güzeller güzeli Leelee Sobieski'de bu filmdeymiş. Tam olarak nasıl bir rolde oynayacadığını bilmiyorum ama oyunculuğu ve sade güzelliği ile filme güzellik katacağı kesin. Açıkçası filmin casting'i ve atmosferi oldukça iyi gözüküyor.
Kaçırmamayı umuyorum.

12 Haziran 2009 Cuma

Çok Yakında Sinemalarda: Blood: The Last Vampire


Eveet arandım tarandım güzel bir haber aldım. Aslında olmuş bitmiş ama benim yeni haberim olduğu için sevindim.

Blood: The Last Vampire adlı anime serisi (2000) filme çekilmiş, bitmiş ve hatta IMDB'ye göre Temmuz ayında sinemalarda yayınlanacakmış gibi gözüküyor. Tabii bu film Türkiye'ye gelir mi ya da ne zaman gelir işte onu da bilmiyoruz.

Geçen sene izlemeye başladığım ve izlerken keyif aldığım bir anime serinin filme çekilmiş olması süper sevindirici. IMDB'den aldığı 7.6 / 10 olmuş. Umarım izlemesi büyük bir keyif olacak.

Başrolde 81 doğumlu Gianna Jun ya da kendi dilinden Ji-Hyun Jun, Saya rolünde izleyeceğiz. Benzerlik olarak güzel ve benzeri bir oyuncu seçilmiş, umarım oyunculuğu da iyidir.

Bu yaz anime senesi oldu. Güzel de oldu :)

The Ghost




Ya bugünde ne kötü bir günmüş. Hava inanılmaz sıcak, sanki üzerime yapışmış o sıcaklık, hem de güneş dahi yokken.


Sabah açıyorum iş'te bilgisayarımı bir bakıyorum, Orlando Lakers'a karşı Hidayet'in süper oyununa karşı yeniliyor. Sonuçta bu bir spor organizasyonu olduğu için elbette bir takımın kaybetmesi gayet doğal ama maç sonu basın toplantısında "elimden gelenin en iyisini yaptım." diyerek ağlaması veya gözlerinin sulanması bozuyor adamı. Ayrıca bu maç kazanılsa seriye beraberlik gelecek ve Hido kral olacaktı. (Gerçi böyle de kral ama NBA basını Winner seviyor.)


Neyse iş güç koştururken gözüm internette bir habere, daha doğrusu bir resme takılıyor. Haberin başında da ünlü oyuncu falan yazınca iyice meraklandım tabii.


Patrick Swayze'e geçen sene ölümcül derecede kanser olduğu teşhisi konulduğu haberlerini duymuştum. Tabii sürekli takip etmediğim için son durumlarından haberdar değildim. İşte gördüğüm resimdeki adam Patrick Swayze'ymiş.. İnanamadım, şok oldum. Böylesine çökmesi, eriyip bitmiş adam resmen. Resimde gördüğünüz adamın o olduğuna inanmak bile zor. Çok üzüldüm, umarım Allah yardımcısı olur.

Gün de daha bitmediği için artık internete bakmasam mı diye düşünüyorum. Güzel haber yok mu bugün yahu?

Sen Ağlama!

Ne söyleyebilecek ne konuşacak birşey bulamıyorum. Bu adam Orlando'nun kazanabilmesi için daha ne yapmalı??

Sabah sabah hüzünlere, üzüntülere soktu beni Hido..

Son saniyelere kadar taşıdığı maç, takım arkadaşının sayesinde uzatmalara gitti ve uzatmalarda bir maçı daha kaybettiler. Seri oldu 3-1

Ya ben ne diyim. Hani NBA Finallerine gelene kadar bazen formsuzluğuna ve şanssızlığına kızdık. Seninle sevindik NBA Play-off'larında seninle üzüldük.

Zor da olsa NBA Finallerine geldi Orlando. Finallere geldiğinde bir komutan gibi takımının galip gelmesi için daha bir gayretle, daha bir yürekli oynadın ama sen oynadıkça bazı takım arkadaşları sanki istemiyormuşçasına savunmadılar, oynamadılar.

Dün akşam takımını zafere taşımak üzere olduğu maçta son 1 dakika içinde bütün oyun değişti ve Hidayet yine kaybetti.

Maç sonu basın toplantısı sırasında "Elimden gelenin en iyisini yaptım" diyerek üzüntüsüne dayanamayıp ağlamış.

Ah be Hido'm sen aşmışsın kendini. Takımını sırtlamışsın. Kader bu sefer yüzüne gülmedi diye üzülme. Bütün NBA severler ve NBA oyuncuları şu anda senin yerinde olmak için çok şey feda ederlerdi. NBA Finallerinde takımını sırtlıyorsun ve emeğin yetmediği için üzülüyorsun.
Sen üzülme Hido. Sen yensen de yenilsen de biz seni seviyoruz.Sen bizim abimiz, örnek aldığımız oyuncusun.


Daha seri bitmedi ve bizim yüreğimiz seninle.

Go HiDO Go!


29 Mayıs 2009 Cuma

Kırmızı Noktalı Maaş Haberleri


Annem daha Esra Erol Flash TV'de Dest-i İzdivaç programını sunmaya başladığında ben bu kızı çok beğendim demişti, bende anne makyajsız güzel olmuyor bu kızlar diye reddetmiştim. Neyse konumuz zaten Esra ile olan ilişkim değil.

Bugün ekşisözlük'te kendisinin ayda 120.000 ytl kazandığını öğrendiğimde kendimi karıştırdım, koltuktan zıpladım, yerlere yuvarlandım, müdürem bile şaşırdı "n'oluyor bizim tafo'ya" diye!

Şahsen 1.000 tl'nin altına çalışan bir insan olarak yaptığım hesaplarda, kendisinin aylık gelirinin benim 16 yıl ve 4 aylık çalışmama bedel olduğunu öğrendim ve bu parayı tek seferde banka hesabımda görmek için yaklaşık olarak 16 yıl civarında daha annemler ile yaşamam gerektiği farkettim ve değişik duygulara saldım kendimi. Müdürem bile zam ümidi verdi hayata küsmesin bu çocuk diye.

Aslına bakıldığında televizyon sektörü yada daha geniş anlamda Medya sektöründeki piramidin en üst katındaki isimlerin böyle paralar kazanması çok doğal elbette ama biz sıradan insanlara böyle haberler geldiğinde elbette şaşırmayacak insan yoktur. Geçen bir iki ay önce Acun Ilıcalı 1.000.000$'a (yazı ile: bir milyon dolar) araba aldığında medya'da şok etkisi yaratmıştı. Cidden abartı birşey gibi gelse de, peşin almadığını varsayarak, yine de olabilir demiştim. Survivor, Fear Factory, Acun Firarda ve Var mısın Yok Musun gibi Prime-Time'da en çok tutulan ve reklam alan programların yapımcısı ve Türkiye'deki yayın hakkı sahibiydi. Doğal olarak para kazanması ve kazandığı parayı da harcaması kadar doğal birşey olamazdı.

Elbette bunu Amerika veya Zengin Arap ülkeleri gibi yerlerde yapsaydı, magazinel kişiliğinden dolayı ancak magazin haberlerinde çıkardı ama maşallah bizde ana haber bültenlerinin neredeyse ilk haberi olarak çıkacaktı. Sonuçta Türkiye'nin büyük bir kısmı işsizlik ve fakirlik gibi can sıkan durumlar ile uğraşırken, başkalarını böyle paralar kazanırken görmek sanırım herkesi bir yerde rahatsız ediyordur.

Geçen senelerde bir ramazan ayında olay olmuştu. Ramazan döneminde normal saatlerde yayınlanan sucuk reklamı birtakım sebeplerden dolayı yayın saati değiştirilmiş ve saat 00.00'dan sonra yayına girer olmuştu. Biz sucuk fanları da bu konuya üzülmüş ve kırmızı noktalı sucuk reklamımızı ancak yatmadan önce bir kez izleyebiliyorduk. İnternette yaptığım ufak bir araştırmadan sonra "‘Çocuklarımız bu reklamı görünce sucuk yemek istiyor, ama gelirimiz el vermediği için alamıyoruz.'' şikayetleri üzerine yayının durdurulması isteniyor ama reklamda etiğe aykırı birşey olmadığı için RTÜK reklamı durdurmuyor. Yılmayan izleyiciler firmaya mektup ve e-mailler ile ulaşarak reklamın durdurulmasını istiyorlar ve reklam durdurulmuyor ama gece yarısı yayınlanıyor.

E şimdi böyle haberlerin de, gece yarısı kırmızı noktalı olarak yayınlanması gerekmiyor mu?
Edit: E şimdi benim müdürem de, "çalışanlarım bu haberleri görünce zam istiyor ama gelirimiz el vermediği için veremiyoruz" derse ne olacak? Haberleri gece 12'den sonra mı yayınlayacaklar?

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Çok Yakında Sinemalarda: The Last Airbender

2009 yılında önümüzdeki yıllarda sinema filmi çekilecek animeleri ve comic'leri gördüğüm zaman animeye doyacağımızı düşünmüştüm. Sırasıyla baktığımda Wolverine, Dragonball, Magneto, Thor ve Avatar gibi en sevdiğim anime ve comic'lerin filmleri sinemaya uyarlanacaktı. Bir animesever olarak bu çok sevindirici haberdi.

2009 yılında ilk gösterime giren Dragonball: Evolution oldu ve açıkçası koca bir balon patladı. Zaten karakter seçimi, anime fanları tarafından eleştiri yağmuruna tutulmuştu ve senaryo ise yayınlanan anime serisinden farklılıklar gösteriyordu. Film çıktığında beklenen olmuş; film hayranları tarafından yere vurulmuş, patlama yapması beklenen film deyim yerindeyse içinde patlamıştı. Açıkçası Emmy Rossum'un oynadığu Bulma karakteri dışında cast'i bende pek beğenmemiştim.

Ardından Wolverine fırtınası başladı. Elbette başrolde ilk X-Men üçlemesindeki Hugh Jackman vardı. Açıkçası Hugh Jackman fiziği itibariyle Wolverine'e en çok benzeyen oyuncuydu ve sadece comic'teki Wolverine'den birazcık uzundu. Film X-Men Origins olunca Wolverine karakterinin oluşumunu anlatan bir film olacaktı. Arkadaşım Leon'un da telefonda söylediği gibi hiçbir şey bilmeyen seyirciler için açıklayıcı bir film olsa da, IMDB'de yorum yapanların "Wolverine kötü bir film değil ama olması gerektiği kadar iyi bir film değil" söylemlerine de katılmamak elde değil. Dragonball kadar elde patlamadığına sevinmem gerekiyor. Gerçi Hugh Jackman eğer bu film tutmazsa, Wolverine karakterini oynamayacağını söylemişti ama bu filmden sonra sanırım 2012'de yayınlanacak The Avengers filminde oynayacaktır. Bu kadar Marvel karakterinin olduğu ve bu kadar usta ve ünlü oyuncunun olacağı bir filmi kaçırmayacaktır.

Marvel grubu The Avengers filmini çekmek için sıradaki X-Men Origins: Magneto ve The Might Thor diye iki film çekecek. Az çok cast'ler belli olacaktır. Magneto'yu ilk üçlemede oynayan Ian McKellen oynamalı, izlerken oyunculuğundan büyük keyif almıştım. Mitolojik İskandinav tanrısı Thor'u ise 83 doğumlu Chris Hemsworth oynayacakmış. Belki biraz daha yaşlı seçilseydi iyi olabilirdi aslında, malum Thor 26 yaşında değil. Henüz cast'leri dahi bitmemiş filmleri eleştirmek yanlış olur ama fan sayısı oldukça fazla olan yapımları, çizimleri sinemaya uyarlarken fanları dinlememek film için en ölümcül hata olacaktır. Wolverine için söylemesem de Dragonball için bu hatadan dolayı projenin yattığını rahatça söyleyebilirim. Senaryoyu yazanı bir bulursam..

Fan'ların yorumları dinlenmeden çekilen anime uyarlaması filmler listesine sanırım The Last Airbender filmini yada anime serisi olarak Avatar: The Last Airbender ekleyebilirim. Açıkçası filmin çekileceğini duymuştum ama bugün itibariyle sözlükte gördüğüm cast'ten sonra oldukça kararsız kaldım. Aang'in çocuk olması ve normal bir yüze sahip olmasından dolayı Aang için ciddi bir yorum yapmayacağım, hatta oyumu pozitif kullanabilirim. 12 yaşındaki Noah Ringer ayrıca Tae kwon do'da siyah kuşak sahibiymiş, oyunculuğu da iyiyse sanırım Aang ile mutlu olabilirim.


Diğer karakterler konusunda, Aang'in arkadaşları Sokka ve Katara ise aşağıdaki gibi


Sokka: Twilight'ın yıldızı Jackson RathborneKatara: Nicola Peltz

Tekrar baktığımda Sokka karakteri için Rathborne'u biraz esmerleştirip, saçını başını düzeltirsek sanırım olabilir ama Nicola Peltz'in Katara olması için esmerleşmesinden başka düzeltmelere de ihtiyacı olacaktır.

Aang için iyi, Sokka ve Katara için iyi dedim ama Fan'lar cast için kimi eleştiriyor derseniz. Aang'in düşmanı Prens Zuko ve Amcası Iroh. Amca Iroh'u Shaun Toub adlı İranlı bir oyuncu canlandıracakmış ama kısa boylu, oldukça kilolu ve tombul olan Iroh için fiziği pek tutmuyor gibi gözüküyor, çayı çok seviyorsa bilemem. İşte fotoğrafı, yorum sizin:

Gelelim benim en büyük hayalkırıklığıma (aslında iyiden kötüye doğru gittim) Prens Zuko:
Şu karizmayı şu arkadaş oynayacak ya! Ben başka birşey demiyorum. Hayır çekik gözlü değil, bir kere kafadan fizik ile yatıyor. Diğer karakterlerin hiçbiri çekik gözlü özelliği taşımaz iken, Zuko çekik gözlü ama bu arkadaşa da sağlam bir bakım yapsınlar o zaman. Çok büyük hayal kırıklığına uğradığımı söyleyebilirim. En azından rolünü iyi yapar diye düşünüyordum ki, filmdeki bir sahnede fotoğrafını gördüm ve yara izi gözükmüyordu. Umarım o yara izini ben görmemişimdir. Zaten kıyafet üzerine yakışmamış. Hemen bakıyoruz:

Cast için filmin kötü adamlarını iyi seçmişler (Zuko melek zaten bunların yanında)


Fire Lord Ozai: Cliff Curtis

Komutan Zhao: Aasif Mandvi

Bu arada son olarak film setinden bir görüntü. Görüntü Grönland'tan geliyor. Yani tahminen Sokka ve Katara'nın köyünden:

Umarım film hayranlarını hayal kırıklığına uğratmaz. Dragonball iyi yıkılmış, Wolverine ile umutlandık. Umarım Avatar ile mutlu oluruz.

22 Mayıs 2009 Cuma

Hidayet Türkoğlu

Hidayet Türkoğlu, NBA'de bu sezon özellikle çok öne çıktı. Elbette önceki sezon MIP (En Çok Gelişme Kaydeden Oyuncu) ödülünü kazandığında da öne çıkmıştı ama bu sezon daha bir başka. Artık takımın etkili bir silahından çok, takımın lideri gibi oynamaya başladı.

Bu sezon Play-off'lar başladığında ilk rakipleri Philadelphia oldu. Andre Iguadala gibi oldukça atletik bir oyuncuyu savunuyordu ki, oldukça zorlandığını söyleyebilirim. Zaten 1 maç iyi oynadı ise 3 maç kayıpları oynamıştı.

İkinci seri Konferans yarı finalinde Boston ile oynarken resmen uyandı Hedo. Harika maçlar ve istatistikler ile geri döndü. Serinin 7. Maçında 25 Sayı 12 Asist ile oynadı ve Boston'un Play-off'ların 7. maçında kaybetmez kanunu bozdu.

Nba Konferans Finallerine, karşılaştığı rakipleri süpüren ve dinlenmiş bir şekilde gelen, Cleveland Cavaliers ile eşleştiler ve rakip bu sefer NBA'in Sezon MVP'si (En Değerli Oyuncusu) Lebron James idi. Açıkçası maçta savunmaya iyi başlasada, Lebron 49 sayıya ulaştı ama maç sonucunu Hidayet'in verdiği asist ile Rashard Lewis söyledi ve seride ilk maçı Orlando kazandı.

Hidayet ise 15 sayı 14 asist ve 6 ribaund ile takımın oyun kurucusu gibi oynadı ve maçı kazandırdı. Ayrıca attığı 14 asist ile Play-off'lardaki kişisel asist rekorunu geliştirdi. Bu gece yarısı ikinci maç oynanacak ve umarım Hidayet etkili oyunu ile deplasmandan 2. galibiyeti de alacak.

Haydi Hidayet bu gece kalbimiz seninle.
NBAvari'de söyleyelim: GO HEDO GO!!!

İzlemek isteyenler için maç:
23 Mayıs Cumartesi Cleveland - Orlando 03.30 NTV (CANLI)
25 Mayıs Pazartesi Orlando - Cleveland 03.30 NTV (CANLI)
27 Mayıs Çarşamba Orlando - Cleveland 03.30 NTV (CANLI)

Sinemalarda: Valkyrie

Ne zaman bir filme ön yargılı yaklaşsam, izlediğim zaman bu yaklaşımımdan dolayı pişman oluyorum. Valkyrie filmi için sonu başından bir film olduğu için açıkçası izlemek istememiştim ama uygun bir ortam olunca izlesem birşey kaybetmem dedim ki, aslında çok şey kaçırdığımı farkettim. Bu da bana ders olsun.

Valkyrie filmi (film hakkında bilgi içerir) Hitler'e düzenlenen bir suikasti konu oluyor. Tabii Hitler'in bir suikast sonucu ölmediğini bildiğimiz için otomatik olarak filmin sonuda tahmin edilebiliyor. İlk düşüncem böyle olduktan geçen 2 ay sonunda filmi izleyince; sonu belli bile olsa filmin sizi böyle sürüklemesi cidden çok büyük olay.

Oyuncu kadrosu ve oyunculuk bence çok etkileyici idi. Elbette film kadrosunun büyük bir kısmının Amerikan olması ve filmin İngilizce olması gerçekçiliğe biraz zarar vermiştir ama oyunculuk ile filmin bu aksaklıklarını gidermişler. Tom Cruise, rolünün hakkını bence vermiştir ama diğer büyük oyuncular ile oynayınca daha da iyi gözükmüştür. IMDB filme 7.4 verse de, benim notum 8.2 falan olur.

Oyunculardan bahsettik ama David Bamber yada filmdeki rolüyle Adolf Hitler bence büyüleyiciydi. Yani onun oynadığı sahnelerde bir gerilim, bir huzursuzluk sessizlik oluşuyordu, ki bu oldukça rahatsız edici idi. Bu rahatsızlık elbette onun iyi oyunculuğundan geliyordu. Bütün film büyülenmiş bir şekilde izlerken, belki de bu filmi asla kafamdan silemeyecek repliği de David Bamber söylemiştir:

Düzenlenen suikastten sonra SS Karargahı basılmış ve SS Komutanı tutuklanacak iken; SS komutanı kendisini tutuklamaya gelen Yüzbaşı'ya telefonu uzatır. Bir sessizlik anı geçer ve Adolf Hitler, Yüzbaşı'ya "Do you recognize my voice?" ( Sesimi tanıdın mı?) diye sorar. Öyle bir sahnedir ki, bütün filmin kırılma noktası ve von Stauffenberg'in planlarının yıkıma başladığı sahnedir.

Filmin sonu da oldukça etkileyiciydi. Açıkçası diktatöre veya devlet başkanına (savaş zamanı) ihanetin cezası kişinin ölümüdür ama sıra von Stauffenberg'e gelene kadar hani bu sahne doğaldır diye düşündüm ama sırası geldiğinde "uzun yaşa Almanya" diye bağırması, von Stauffenberg'in bu yola niye girdiği ve niye bu kadar uğraştığını anlatıyor.

Eğer izlemediyseniz tavsiyem kesinlikle bir göz atmanız.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Bir mum daha söndü

Normalde fazlaca magazin ağırlıklı yazıyor olsamda, Türkiye'nin böyle büyük bir değerine de değinmeden olmayacak. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Türkan SAYLAN'ın bu sabah 04.30 itibariyle vefat ettiği haberi verilmiş ajanslara.

Allah rahmet eylesin. Sevenlerine Allah sabır versin.

Kimisi için "oh iyi ki öldü" derken, kimisi içinde hala Türkiye'nin geleceği ve eğitimi için birşeyler yapmaya çalışan insanların varlığını ve bu uğurda sonuna kadar savaşan insanları olduğunu gösterdi. Huzur içinde yatsın..

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Çıplak R&B Şarkıcıları Haftası

Amerika'da bu yıl kabul edilen bir bayram oldu açıkçası. Fotoğraf veya videoların internete sızması, uzun zamandan beri internet ile hayatımızda olan birşey. Mayıs ayının ilk haftasında önce Cassie'nin ardından Rihanna'nın fotoğrafları internet aleminde Mayıs ayının en çok tıklanan konuları oldu. Tahminimce aynı zamana gelmesi tesadüf olmuştur elbette; çünkü Cassie'nin bilgisayarı hacklenmiş ve fotoğrafları nete sızınca: "Daha önce hiç göğüs görmemiş gibi davranmayın" diyerek resimleri kabul etmiş olmasına rağmen Rihanna baştan kabul etmemiş, yayın yasağı koydurtmaya çalışmış ama maalesef gerçekten kaçamadı ve yayıldı ve Amerika'da Mayıs ayının ilk haftası "Çıplak R&B Şarkıcıları" olarak kabul edildi ve ilk sene böyle kutlandı.

Açıkçası bu sızma görüntüleri ilk kim yaptı bilmiyorum ama ilk ciddi bombaların Paris Hilton ile başladığı, ardından Vida Guerra ve Kim Kardashian'ın bu işlerden ciddi prim yaptığını biliyoruz.

Özellikle Paris Hilton, bu kasedi çıkmadan önce sadece Jet-Set Sosyetede soyadı ile varolan şımark bir genç kız iken, bu skandalın ardından başlı başına bir celebrity (ünlü) oldu.

Açıkçası bu videonun çalındığı ve bir firmaya satıldığı duyulmuştu. Daha sonra Paris Hilton'a bir miktar para ödeyerek, yayın hakkını satın aldı ve ilk resmi celebrity tape (bizdeki adı ile söylemeyeyim.) olarak raflardaki(!) yerini aldı.

Ardından Vida Guerra'nın hacklenen telefonu ile telefonundaki özel fotoğrafları çalındı ve internete sızdı. Açıkçası bununla ilgili bir haber yoktu. Fotolardan dolayı üzüntü duyduğunu sanmam, çünkü bu olaydan sonra magazin basını oldukça ilgilendi kendisiyle. Ardından Playboy'a soyundu ve birçok magazin dergisinin kapağında yer aldı.

Vida Guerra, Paris Hilton kadar büyük bir ilgiyle karşılanmamış olabilir ama Paris, kankası Kim Kardashian'a (KK) işin inceliklerini öğretmiş ki; KK şu anda Paris Hilton'dan bile popüler. Ünlü bir rapçi ile çektikleri görüntülerin internete sızmasından sonra, Vivid firması görüntüleri satın aldı ve KK bu işten de hem para, hem şöhret kazandı.

Ne tesadüftür, Vida Guerra gibi o da Playboy'a ve birçok erkek dergisine soyundu. Şimdi MTV'de bir program sunuyor ve gittiği her yerde magazin basını tarafından sıkıca takip ediliyor.

Artık önümüzdeki sene kiminle kutlarlar bilmiyorum ama İnternet sayesinde bu olayın sonu gelmeyecek gibi gözüküyor.

Küresel Kavurma


Küresel ısınma denen şey de çok kötü birşeymiş.. Yahu Mayıs ayında Temmuz sıcağı olur mu?

Zaten hava değişiminden şifayı kapmış iken, şimdi de terleyip hastalığı nüksettireceğiz. Aslında çok uzun zamandan beri yazılı basın ve televizyonlarda olan "Green House" ya da Küresel Isınma, bu sene geldi erkenden vurdu. Her zaman kar yağmasına alıştığım Çorlu'da bu sene kar'ı ancak gökten süzülürken izledim ama maalesef yerde kalmadı. Şimdi de sıcak hava ile tekrar üstümüzde.. Allah herkese sabır versin. Kendinize mukayyet olun.

Bu arada üstteki karikatür bir zaman önce Penguen'de gördüğüm hoş bir karikatürdü. Hem küresel ısınmaya, hem de kutup ayılarının soyunun tükenmeye başlamasına iyi bir gönderme olmuştu.

Aynı Penguen dergisi küresel ısınmanın başka bir tarafına da dikkat çekmiş:

Bu da ayrı bir detay tabii : )

28 Nisan 2009 Salı

Bizden adam olmaz!

Dün sabah iş yerinde ekşisözlük'ü okurken, bostancı'da çatışma sesleri diye bir başlıkta çatışma çıktığını okumuştum ama açıkçası pek de umursamamıştım. Hem şu anda yaşadığım şehir Çorlu / Tekirdağ'da, hem de 4 sene boyunca okuduğum İzmir'de nadir de olsa olan birşeydi çatışma.

Daha sonra haber sitelerinden olayın bir terör örgütüne (adam kendi reklamını yaptı, biz yapmayalım!!) ait hücre evine ve örgüt evine baskın yapıldığı ortaya çıktı. Benim gibi İstanbul'da yaşamayanlar için bu durum sadece bir haber olarak duruyordu. Daha sonra öğlen olduğunda çatışma da 1 başkomiserin ve 1 vatandaşın şehit olduğunu, 7 polisin yaralandığı söylenmişti. Saldırganın rastgele ateş açtığını ve vatandaşı öyle vurduğunu, polisleri ise çatışmada vurduğunu düşünmüştüm ki, akşam haberlerini izlerken sarsıldım.

Durum benim tahmin ettiğimden kötü idi; Polis sabahın erken saatlerinde baskın yapınca çevrede önlem almayı gerek görmemiş, ki o saatte de çok fazla insan etrafta olmaması itibariyle olabilecek bir karar. Baskın yapılan hücre evi hazırlıklı olunca çatışma toplamda 6 saat sürmüş. İşte ilk dalganın başarılı olamamasından sonra arka plandaki güvenlik şeridi oluşturulmuş. Amma velakin, çatışma seslerini duyan yurdum insanı da almış eline çekirdeği tribün kurmuş güvenlik şeridinin etrafına, ama baskın yapılan evden açılan bir ateş ve ateşin sonucu:

Görüntü biraz kanlı oldu biliyorum ama sanırım hayatın gerçeği, RTÜK bile geç de olsa farkına vardı görüntülerin ve haber yasağı koydu bu haber için ama işte maalesef biz daha bunun farkına varamadık. Güvenlik şeridi denen şey ateş hattına girmemize engel ama bir kurşun sadece birkaç yüz metre gitmiyor bildiğiniz veya bilmediğiniz gibi. o yüzden emniyet şeridine güvenip arkasından çatışma izlemek de pek akıllıca değil.

Bu 16 yaşındaki kardeşimiz, bu hatasının bedelini şakağından vurularak ve ateş hattında çatışma güçlü olduğundan bir süre müdahale edilemediği için yerde kalarak ödedi. Allah rahmet eylesin kendisine.

Ayrıca yanılmıyorsam NTV kameramanı da çekim yaparken kulağını sıyıran bir kurşun ile yaralandı ama hep olayın sıcaklığı ile duymadı, daha sonra ortaya çıkıyor ama 1 cm soldan ateş açılsa imiş, kurşun gözüne girecekti.

Akşam haberlerde canımı sıkan ise polisin tedbir almadığıydı. Aslında polis biraz hazırlıksız yakalanmış gibime geldi açıkçası. Hani baskını yaparız alırız gibi öyle olmayınca, bir süreliğine kaos ortamı yaşandı tedbirler alındı ama Halk uzaklaştırılmadı. Otorite seven halkım da kendi düşünüp uzaklaşmayınca maalesef ortaya böyle bir sonuç çıktı.

Bu olayda polisin ihmalkarlığının olup olmadığı sorgulanabilir ama halkın kesinlikle hatalı olduğu söylebilirim. Seni korumakla görevli olan insanlar olayın sıcaklığı ve şaşkınlığı yüzünden tedbirleri yeterli seviyede bile almış olsa, çatışma bölgesinde senin ne işin var be güzel ülkemin insanı. İşte bu merak ve tedbirsizlik yüzden bizden adam olmaz.

Resim: internethaber.com

13 Nisan 2009 Pazartesi

Müslüman'a haram çeşmesi

Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı”, bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: “Her kula helâl, Müslüman’a haram!..” Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye..

Gitmişler kadıya şikâyete, adam yakalanıp yaka-paça huzûra getirilmiş. “Bu nasıl fitnedir, dîni İslâm, ahâlisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla!.. Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?” diye çıkışmışlar adama.

Adam:
- “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır” dedikçe kadı kızmış:
- “Ne delili, ne ispatı?.. Sen fitne çıkardın, Müslüman ahâlinin huzûrunu kaçırdın, katlin vâciptir!” demiş. Demiş ama, bir yandan da merak edermiş:
- “Nedir gerekçen?..” diye sormuş.
Adam:
- “Bir tek Sultan’a derim…” diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan’a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş...Padişah da sinirlenmiş ama, diğer yandan o da meraklanırmış:
- “De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl,Müslüman’a haram yazarsın?”

Adam, başı önünde konuşur:
- “Delilim vardır, lâkin ispat ister.”
- “Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?..”
- “O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultânım…”
- “Eeee?!..”
- “Sultânım, herhangi bir havradan (sinagog) rasgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak…”Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Mûsevîler, “ne oluyor, bu ne zulüm?.. Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masûmdur, gerekirse kefâlet ödeyelim...” Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş…

Bir hafta dolunca, adam:
- “Sultânım, artık bırakmak zamanıdır” demiş.Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler…

Az zaman geçmiş ki, adam:
- “Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultânım” demiş.
Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar. Levantenler din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine...

Sultan:
- “Bitti mi?..” demiş adama.
- “Sultânım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş.
- “Şimdi nedir isteğin?..”
- “Efendim, pâyitahtımız Bursa’nın en sevilen, en sözü dinlenilen, itimat edilen âlimini alınız minberinden…”

Adamın dediğini yapmışlar, Ulu cami imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler. Ne olmuş bilin bakalım? Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz? Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz”, gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış. Geçmiş bir hafta, “Nerde imam” diye gelen-giden yok!.. Aptal ve câhil bir imam tâyin edilmiş yerine, ne konuştuğunu kendi kulağı duymayan tam yobaz cinsinden biri… Halk hâlinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta derdest edilen koca âlim için:
- “Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…”
- “Kim bilir ne halt etti de tevkif edildi!..”
- “Vah vaah!.. Acırım arkasında kıldığım namazlara…”
- “Sorma, sorma...”

Padişah, kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş:
- “Eee, ne olacak şimdi?..
Adam:
- “Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helâllik almak lâzımdır hocadan.”
“Haklısın” demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. Adam başı önünde konuşmuş:
- “Ey büyük Sultânım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?..”
Sultan acı acı tebessüm etmiş:
- “Hava bile haram, hava bile!..” demiş...

İşte öyle aklıma takıldı. Nedense?

Türkiye'de Futbol

İşte Türkiye'de futbol..

Solda Türkiye'nin geleceği dediğimiz Arda ve Semih birbirini boğazlarken, sağda ise iki ezeli rakibin dünyaca en ünlü yabancı oyuncuları ünlü Roberto Carlos ve Lincoln.

Sorun elbette bizde!!

Eğitim Şart!!
Hem de Milli takım formasını taşıyan o mahalle delikanlılarına bile..

10 Nisan 2009 Cuma

Faydalı Linkler: Slideshare

Slideshare, her gün toplantılarımız da kullandığımız slide'ların dünya çapında paylaşıldığı bir site. Özellik iş ve kariyer alanında ve bunun yanısıra eğitim, sağlık, spor gibi konularda da slideların paylaşıldığı bir site. Elbette çoğunluğu yine ingilizce ama oldukça kolay kullanımı sayesinde kullanıcılar kolay kullanılabilir bir site. İçinde ayrıca slide yapımında kullanılacak araç ve template'leri de paylaşıyor.

Bir gün önemli bir sunumunuz için farklı bir yaklaşıma ihtiyaç duyarsanız, linki burada.

8 Nisan 2009 Çarşamba

İki şeker demekle açılır mı Kopça?


Spice Girls ile başlayan "Girl Band" furyası Türkiye'de en popüler halini Hepsi grubu ile bulmuştu. Aslında onlardan önce ve sonra Türkiye'de birçok grup var oldu ama sonuçta Türkiye'de en sevilen girl band'imiz Hepsi oldu. Grubun en yetenekli sesi (elbette ki bana göre!) Gülçin'in sebebi tam belli olmayan sebep ya da sebeplerden dolayı ayrılmasından sonra Hepsi grubu ortalıklardan kayboldu ama yola üç kişi devam etmeleri çok muhtemel ya da gruba 4. bir ses ekleyebilirler.

En son Mp3 diye başrolünü Yıldız Asyalı'nın oynadığı bir grubun Yıldız Asyalı'nın gruptan ayrılmasının ardından çöküşünü izlemiştik. En son gazete ilanı ile 3. arıyorlardı.

Geçen gün televizyonda Kenan Erçetingöz'ün programında denk geldiğim, yeni bir nurtopu gibi grubumuz olduğunu gördüm. Girl band diyemedim çünkü kendileri de bunu reddediyorlar. İnternette çok fazla haber bulamadım yine K. Erçetingöz'ün kendi sitesinden okuduğuma göre kendilerine "Ateşli Kadınlar" diyen Hotshots grubu üyeleri "kendilerine ateşli kızlar denmesinden hoşnut kalmadıklarını 18 yaş üzerine hitap ettikleri için 'Ateşli Kadınlar' isminin daha uygun olacağını söylediler. Bazı grupların 18 yaş üzerinin altına hitap ettiğini açıklayan 'Ateşli Kadınlar', 'Biz daha çok yetişkinlere yönelik müzik ve dans yapıyoruz. Tarzımız bu!'" demişler.

Zaten çıkış şarkıları da bu yaklaşımlarını doğruluyor. Yani hangi kız grubu Kopça isimli bir şarkı ile çıkış yapar ki? Yetişkinlere ait bir müzik yaptıklarına katılıyorum; özellikle şarkının içinde geçen "iki şeker demekle açılır mı kopça" lafı ise sanırım oldukça yetişkin(!) anlamlar taşıyor. Ayrıca dans figürleri ve kıyafetleri ile de yetişkinlere(!) hitap ettiği kaçınılmaz bir gerçek.

Kopça şarkısının sözlerinin etki yaratıcı olduğu bir gerçek ama müziğini pek beğenmedim. Diğer şarkılarını da zamanla dinleyeceğiz.

Hayırlı olsun Türkiye'm yeni bir Kadın grubun oldu..

Not: Sitelerde düzgün bir tane resim bulamadım. O yüzden yenisi gelene kadar şimdilik bununla idare edeceğiz.

31 Mart 2009 Salı

Faydalı Linkler: Mind Tools

İyice magazin ağırlıklı yazmaya başladığımı farkettim ki, karşıma bu site çıktı. Benim gibi yoğun iş ortamlarında çalışan ve kariyer kariyer diye kendini yırtan genç nüfusa faydalı olabilecek ingilizce bir site Mind Tools.

Birçok ana başlık altında kariyerinize ve işinize yardımcı olabilecek çözüm ve öneri sunan bir site. Ayrıca size işinizde kullanabileceğiniz kağıtlar ve excel dökümanları sunuyor. Site, genel kullanıcılar için çoğunlukla ücretsiz, akademik çalışanlar için ücretli bir site.
Benim gibi zamana göre ve yoğun çalışanlar için kesinlikle "Time Management" ve "Problem Solving" bölümlerini tavsiye ediyorum. Hepsini beğenmeyebilirsiniz ama mutlaka faydalı şeyler çıkıyor.

İlgilenenler için linki burada

Türkiye'de Kariyer

Almeda Abazi. 17 Yaşında 2008 Miss Globe Güzeli.

Geçen günlerde bir organizasyon için Türkiye'ye geldi ve ardından Ece Erken'in programına konuk oldu. O da yetmedi ardından bir süre sonra tekrar(!) konuk oldu. Tabii böyle bir güzelliğin Türkiye'de ilgi görmesi gayet doğaldı. Christina Aguilera ve Adriana Lima geldiği zaman da Türkiye'de ilgi çok fazlaydı. Bu genç güzelimiz de herhalde böyle ilgiye kayıtsız kalamadı ve kariyerine Türkiye'de devam edeceğini açıkladı.

17 yaşında olduğu için Lise eğitimine Türkiye'de devam edeceğini ve modellik kariyerine de Türkiye'den başlayacağını belirtmiş.

Açıkçası benim kafama bu düşünce pek yatmadı. Daha önceden de Türkiye'ye gelip, Türkiye'de kalan mankenlerimiz (artık bir kısmı yengemiz!!!) oldu.

Örneğin;

Raphaelle Ferrero, dünyanın bir ucundan bir organizasyon için Türkiye'ye geldi ve bir süre kadar bir Türk iş adamı ile beraberdi, sonra Türkiye'den ayrıldı ama herhalde Türkiye'yi unutmadı ki geri döndü, sonra ne oldu bilmiyorum.

Ivana Sert, yine mankenlik yapmak için ülkemize gelen mankenlerden biri. Bir organizasyonda tanıştığı Türk iş adamı ile evlendi ve sosyetenin en gözde isimlerinden ve trendsetter'ı.

Ece Erken (hemşeriyiz), Özlem Yıldız gibi zamanında medyatik isimler de zamanında mankenlik yapıyorlardı, oradan televizyona geçip, sonradan evlerinin kadınları oldu.

Kafama takılan detay; Türkiye, Paris değil, Milano hiç değil, yani buradan bir Cindy Crawford, bir Eva Herzigova gibi muhteşem manken çıkmaz. 17 yaşında eğitimini tamamlamak için Türkiye'ye gelmeni anlarım ama kariyerine başlangıç için Türkiye'yi seçmeni anlayamam. Senden önce Türkiye'ye bunun için gelen ablalarının hepsi evlenmiş, evde kocalarına yemek hazırlarken "yemekteyiz" programını izliyordur.

Almeda 5 dil biliyormuş. E git o zaman Fransa'da oku. Hem eğitimin daha iyi olur, hem de modellik için bu işin en has yerinde alttan başlarsın. Yoksa burada büyük defilelerde başlarsın, bir süre sonra gündemden düşersin, sonra bu düşüşten iş kazaları çıkmaya başlar. Kazalar da bitince ya bir kanalda magazin programı sunarsın ve evlenirsin yada evlenmez evine dönersin.

Yani elbette yaşının 17 olması ona çok şeyler vaat ediyor ama yanlış yerden başlamak da kariyeri için ona köstek olur. Umarım doğru işler yapar ve kariyerini yukarılara doğru taşır, Yoksa Türkiye'ye yeni bir yengemiz daha katılır.








30 Mart 2009 Pazartesi

Dizi var.. Dizi var!!

Cidden dizi var, bir de dizi var.. Yani Türkiye'de bile böyle iken Türkiye'deki dizilerin Amerika'nın meşhur dizileri ile kapışması imkansız gözüküyor.

Türkiye'nin en pahalı dizisi, herkesin bildiği gibi Kurtlar Vadisi (son bölümlerini izleyemesem de ilk bölümünden beri izliyordum) ama gel gör o kadar çok reklam alan ve ilgi gören bir dizi olmasına rağmen dizide görsek efekt namına hiçbir şey yok. Elde silah var ama silahtan çıkan ateş nerden kopyalanmış. Onu geçtim silahtan çıkan ses bile gerçek değil. Vurulanlar zaten yere düşerken bir garip. Senaryosu (bazı yerlerde saçmalasalar da), Türkiye'de bu kadar uzun süre yüksek izlenme oranına sahip olmasında en yüksek etken ama görsel efektler olmayınca maalesef o muhteşem senaryoyu seyirciye en yüksek seviyede hissettiremiyor.

Elbette Amerika'da teknolojinin ve sektörün çok önde olmasından dolayı çok iyi yapımlar çıkabiliyor ama Türkiye'nin de dizi sürelerini kısaltıp, biraz görselliğe ve klasik dizi konularının dışında başka konulara özen gösterse çok daha iyi olacağı kanaatindeyim.

Ekşisözlük'te en çok tartışılan dizi elbette Lost. Her hafta sabırsızlıkla ve heyecanla bekliyoruz. Zaten 6. sezon finali olağanüstü absürt bitmezse, dizi sektörünün en üst çıtası olacak. Yani bu kadar büyük bir proje ve senaryoyu, inanılmaz büyük prodüksüyonu eleştirmek için bize açık nokta bırakmıyorlar. Zaten bu yazıyı yazarken benim niyetim Lost'u eleştirmek değil. Her detayı ile muhteşem olduğunu söylemekti.

Lost'tan çıkaracağımız sonuç, Amerika'daki her dizinin süper olduğu ve tutacağı değildir. Fantastik öğeler seven birçok insan gibi Heroes dizisini bir bölüm bile kaçırmadan izliyorum. Muhteşem bir ilk sezondan sonra, senaryo ve tutarlılık sorunu yaşayan diziyi zaman yolculukları ve Hiro'nun şirinlikleri ile kurtarmaya çalıştılar, üçüncü sezon da Sylar ile başladı ve devam etti ama dizi bir türlü ilk sezon ki keyfi vermiyordu.
Tim Kring (Heroes'un yaratıcısı), daha önceden takımdan çıkardığı bir senaristi geri alınca; dişlinin kayıp çarkı bulunmuş oldu ve geçen hafta yayınlanan bölümü ile sevenlerinin yüzünü güldürdü. Senaryo olarak birçok noktayı birbirine bağlamayı ite kaka başardılar. Birçok belirsiz kısım sonuçlandırılarak (Daphne!) seyircinin ana hikayede kalması sağlandı ve sezonun kalanı için harika bir yerde bıraktılar.

Görsel olarak ise benim televizyon tarihinde gördüğüm ve en keyif aldığım sahneyi çekmişler. Diablo oynayanlar Sorceress karakterini ve en etkili büyülerinden Frost Nova büyüsünü bilirler. Yukarda gördüğümüz ufak gif'teki sahne Frost Nova'yı Heroes'a taşımışlar. İşte süper kahraman dediğin böyle olur. (Gerçi sahne üzücü bitti ama!) ve bence böyle bir diziye yakışacak ve hatta bu efektler sayesinde diziyi daha izlenilebilir ve ilgi çekici kılabilir yaptılar.

Yani artık Lost'u beklediğim gibi Heroes'u da sabırsızlıkla bekleyeceğim. Zaten Heroes'la ilgili yazıyı bu kadar geç yazmamın sebebi de, sadece ne olacak diye izlediğimden. Evet artık ne olacak merak ediyorum ve daha nasıl güzel efektler ile karşılacağız.

Ya bu heroes geri döndü galiba.. Sabırsızlıkla bekliyoruz :)

bir seçimin daha sonuna geldik..

Kesilen elektrikleriyle, çalınan sandıklarıyla bir seçimin daha sonuna geldik. Hepimize hayırlısı olsun.

29 Mart 2009 Pazar

"Yabancı" Gelin

Güzel Türkiye'm bir programın daha sonuna geldik ama sanırım bu programın sonuncusu olmayacak. Yabancı gelinlerimizin Türk kaynanaları ve biricik evlatları ile yarıştıkları Yabancı Gelin yarışmasında kızlarda Lorraine #1 olurken. Rus mu Amerika'lı mı hala tartıştığımız Gelusa ile erkek arkadaşı Halim #1 olup 100.000 TL'nin sahibi oldular. Artık mutlu mesut ayrılırlar.

Aslında yarışmanın daha başlarında, gelinlerimizin daha önceki işleri ile ilgili malum fotoğrafları gördükten sonra yarışmanın baştan sona reyting için olduğu kesindi. Zaten Türk medyasının Machiavelli'nin "zafere giden yolda herşey mübahtır" sözünü "reyting için herşey mübahtır" olarak çevirmesi çok normaldir (bkz: Sadri Yıldız).

Çok şey yazılıp tartışılabilir ama herhalde şu yukarıdaki fotoğraf benim anlatmak istediğim şeyi anlatıyor. Türkiye'de mankenlik yapan gelinlerimizin Türk aile kültürü ve geleneklerine nasıl ters olduğunu gösteriyor. Ben resmin üzerine çok şey karalarım da, bu sefer resim anlatsın!!

Reyting için tarifi tutturmuş gözüküyor bu program

Kavga sevenler için kaynanalar,
Dedikodu sevenler için gelin-kaynana,
Bol bol güzel görüntüler için gelinler,
Araya da sos olarak damatlar.

Foto: Harunmer / www.gecce.org


7 kişinin hayatını kurtarmak

Damla Güner, Konya'da geçirdiği trafik kazası sonrası hayatını kaybeden bir üniversite öğrencisi. Maalesef buraya kadar Türkiye'de çok sıradanlaşan bir üçüncü sayfa haberi oluyor ama bu haberi manşetten okumamızı sağlayan detay ise ailesinin kızlarının organlarını bağışlayarak Türkiye'nin çeşitli yerlerinde ki 7 insana hayat vermesi ile oluyor.

Burada kızlarının acı kaybına rağmen, insanlık için örnek oluşturacak bir davranış gösteren Damla'nın anne ve babasının ellerinden öpülür. Gerçekten örnek bir davranış.

Türkiye'de organ nakli konusu ise maalesef özellikle kırsal kesimde çok yanlış bilgilendirilmeler sebebi ile oldukça yanlış yansıtılmakta ve zaman zaman medyada yer bulan uyarılara ve haberlere rağmen bu konu oldukça az rağbet görmektedir.

Olaya aslında yanlış tarafında baktığımız çok kesin, çünkü eminim şu yazıyı okuyan birçok kişi sağlıklı olmak için bir başkasının ölmesi üzerine gelecek organları beklemiyor. İşte o yüzden biz hikayenin yanlış açısından bakıyoruz olaya. Türkiye'de organ nakli (özellikle böbrek) bekleyen çok fazla insan ve organ nakli konusunda yeterli seviyede (ben sadece TV ve bazı sağlık kuruluşlarındaki ufak reklamlarda görmüştüm.) bilgilendirme yapıl(a)mıyor. Doğal olarak Türkiye'de hala bir çok insan onları hayata döndürecek organ için bekliyor.

28 Mart 2009 Cumartesi

Sadri Yıldız vs Lara Surol

Sadri Yıldız. Geçenlerde çalışırken ekşisözlük'te okumuştum adını ilk kez. Güzel yurdumun yine nacizane bir insanı, televizyona çıkmış ve 15 dakikalık şöhretinin tadını çıkarıyordu ama bu sefer bazı şeyler ters tepti ve yukarıda görmüş olduğunuz 10 saniyelik olay ile Türk televizyon tarihine adını yazdırmayı başardı.

Türk televizyon tarihinde bir çok enteresan isimle birlikte (Caner, Ata, Oray Eğin, Ajdar ve niceleri) adı artık unutulmazlar arasına girecek. Güzel yurdumun birçok insanı 15 dakikalık şöhret için bile neler yapabiliyor. Gerçi Caner ve Tülin, annemin (ve dolayısıyla benim) hayatında 1-2 yıl kadar olduğu için 15 dakikalık diyemeyebiliriz ama sonuçta parlayıp söndüler.

Sadri Yıldız, Türkiye'de yurdumun normal(!) insanlarından bir tanesi ve 15 dakikalık şöhreti için yaptığını birazcık haklı buluyorum, sonuçta o 15 dakikalık şöhret ile biraz para ve ilgi görüyor, fakat zaten ünlü ve popüler olan isimlerin kısa işlerle büyük getiriler kazanmasını anlayamıyorum.

Lara Şengül Surol. 06.01.1985 Eskişehir doğumlu son dönemde popüler olmuş mankenlerimizden biri. 24 yaşında ve 3 yaşında bir çocuk annesi. Özellikle son dönemde adı sık sık Victoria's Secret firmasının meşhur defilesine seçildiği ile adını ve kendisini bol bol televizyonlarda gördük. Aradan geçen bir süreden sonra, o süper defilede Adriana Lima ve Miranda Kerr ile beraber kendisini göremeyince, bizim medyadan da bir süre ses çıkmayınca bizde ne olduğunu anladık.

Aradan bir süre geçti ve Lara Surol televizyonlarda ve dergilerde hiç göremedik. Aslında doğaldır, böyle bir olaydan sonra televizyonda ne diye gözükecekti. Kendisi model olduğu için türlü türlü defilelere çıkıyordur ama televizyonlara pek yansımıyordu.

Çok sürmedi sessizliği ve yine başka bir olay ile geri döndü Lara Surol. Geçen gün "Bizim Lösemili Çocuklar" vakfı yararına yapılan Mehmet Köymen defilesinde giydiği ultra dekolte elbisenin azizliğine(!) uğrayan model, göğüs frikiği vermekten kurtulamadı. Frikiğin oluşumunda öne doğru eğilmesinin önemsenemez payı da büyük tabii ama bunlar hep iş kazasıdır ve profesyonel modellerimizin başına gelebilir.

Geçen sene Victoria's Secret defilesi haberleri varken üstsüz yakalanmıştı, artık bu yaz da yakalanır ve yine bol bol Lara Surol izleriz.

Şimdi benim dikkatimi çeken detay; Sadri Yıldız'ın Lara Surol'dan pek bir farkı olmadığıdır. Sonuçta her ikisi de elinde olanı göstermiş ve haklı ilginin ve şöhretin tadını çıkarmıştır. İşte Sadri Yıldız'a gülerken (maalesef :)) Lara Surol'a da bakakaldık.

Maalesef Türkiye'de anlık olaylara çok daha fazla ilgi gösteriyor. İşte o yüzden biz de daha çok Sadri Yıldız gibi televizyon bombalarını ve böyle iş kazalarını daha bol bol izleriz.

Yine ekşisözlük'te okurken dikkatimi çeken Tuğba Karademir oldu.


29.03.2009 gecesi TSİ 01.38'de 2009 Dünya Artistik Patinaj Şampiyonası'nda yarışacakmış. Türkiye'yi dünyada temsil eden nadir genç yeteneklerimizden biri ama bu gece haberlerde Tuğba'dan çok Lara'yı izleyeceğiz, çünkü (kusura bakma Tuğba ama!) senin göğsün gözükmemiş ya da buzda düşüp bir yerlerin açılmamış. İşte o yüzden Türkiye'nin çok büyük bir kısmının senin bu gece Türkiye'yi temsil edeceğinden haberin olmayacak.

Benden küçük olduğun için sana tavsiyem; Türkiye gibi bir yerde ilgi ve alaka görmek istiyorsan, iş kazalarını veya ani parlamaları unutma. Beni dinlersen sponsorlar senin için yarışmaya başlarlar ama şimdilik bu gece çok az kişinin kalbi seninle olacak.

Umarım en iyisini yaparsın ve Türkiye'yi en iyi şekilde temsil edersin.


Fotoğraf: http://www.gecce.org/

27 Mart 2009 Cuma

Not a Lego

Yukarıda resmini gördüğümüz şey maalesef bir Lego değil. Çocukların eline verilen (ki hiç tasvip etmiyorum) oyuncak silahlardan da değil. Savaşın ve şiddetin olduğu her yerde insanların birbirini öldürmesi için kullandıkları silahlardan en sonuncusu ve şekillisi.

İşin traji-komik kısmı, üretici İsrail'in, "bir silah, dört çeşit" gibi tanıtımının, sanki "3 al 2 öde" kampanyası gibi gösterilmesi. Resmin sağ tarafında parçaları, sol tarafında ise varyasyonları var.

İstenilen menzile ve optimizasyona göre 4 farklı şekli mevcut. Yani İsrail'i zaten kimse sevmiyor ama böyle öldürmeye yönelik icat ve icraatlerinden sonra ayrıca bir öfke oluşmuyor değil yani..

Burası Türkiye..

Cep telefonunu çok seven Türklere, yerinde bir uyarı..

Cami Kapısı
- Hak ile iletişime girince, Halk ile iletişiminizi kesin.

Bunu henüz çözemedim.. Çözünce bir ara düzenlerim..

Enteresan bir NFL reklamı..


Avrupa'da futbol ne demekse Amerika içinde futbol o demek. Her iki ülkede de futbol büyük merakla izleniyor ve takip ediliyor. Tabii ki iki futbol'un arasındaki farkı Amerikalıların deyişiyle Football ve Soccer olarak değişiklik gösteriyor. Green Street Hooligans filminde İngiliz arkadaşları, Amerikalı olan Elijah Wood'un kafasına vura vura soccer değil football olduğunu öğretmişlerdi.

İki spor'un en büyük olayı: Super Bowl ile Şampiyonlar ligi finalidir ama izleyen bakımından dünyanın en çok izlenen spor olayı Super Bowl'dur tabii. Olimpiyatlar ile aynı sayıya eşittir neredeyse..

Doğal olarak Avrupa'da ve Türkiye'de futbol reklamları oldukça fazladır ama Okyanusun diğer ucunda da futbol ile ilgili hoş reklamlar mevcutmuş. Fantasy League tarzında bir oyun için çekilen bir reklamda bazı NFL oyuncularının yeteneklerini kameraya almışlar.

Bence bütün oyuncuların performansları (eğer gerçekse) aşmış ama hala insan diye aramızda geziyorlar :)

Siz neler diyeceksiniz bakalım ..

26 Mart 2009 Perşembe

Give yourselves the chance to be heroes



"Don't let your heads drop. All the players who go on the pitch after half-time have to keep their heads held high. We are Liverpool, you are playing for Liverpool. Do not forget that. You have to hold your heads high for the supporters. You have to do it for them. You cannot call yourselves Liverpool players if you have your heads down. If we create a few chances we have the possibilty of getting back into this. Believe you can do it and we will. Give yourselves the chance to be heroes."
Rafael Benitez
Liverpool Teknik Direktörü


Benim gibi futbola uzak kişilere bile heyecan vermiş tarihi bir konuşma olmuş. O anda takımının 3-0 geride olduğunu değil, sahaya çıktığında başlarının taraftar için dik olmasını ve bulacakları şanslar ile maça ortak olabilecekleri söylemiş. Liverpool, İstanbul Atatürk Stad'ında muhteşem taraftar desteği ile ikinci yarı 3-0'dan 3-3'lük bir maç sonucu ortaya çıkıyor ve penaltılarla Şampiyonlar Ligi şampiyonu oluyor. İşte sonucu etkileyen konuşma böyle yapıyor.

Aslında şimdi böyle konuşmalar eminim ki futbol da çok vardır. Hatta Euro 2008'de meşhur "Comeback Kings" sıfatını kazandığımız maçlarda Fatih Hoca'dan da çok iyi konuşmalar çıkmıştır. T-shirt olmasa bile, keşke videosunu izleyebilsek veya yazı şeklinde bile olsa okuyabilsek.


"You Will Never Walk Alone"

25 Mart 2009 Çarşamba

Çok Yakında Sinemalarda: Tekken

Önümüzdeki günlere damgasını vuracak fantastik filmlerden; X-Men Origins: Wolverine, Dragonball Evolution gibi filmlerin bilgileri çok uzun zamandır internette dolaşıyor ama Tekken serisini uzun zamandır oynayan biri olarak bu filmin Post-Production'da olduğunu duyduğumda şok oldum.

1994 yılında vizyona giren iki atari oyunu Double Dragon ve Street Fighter filmlerinden sonra, atari salonlarında oynadığımız dövüş oyunlarının filmleri Mortal Kombat ile devam etmişti. Uzun bir zamandan sonra araya animeleri ve dizileri de girse beyaz ekranda izleyebileceğimiz yeni bir oyun dövüş oyunu filmimiz Tekken oldu.

IMDB'deki Cast olayına baktığımda cidden etkilendiğimi itiraf etmeliyim, çünkü oyuncular ve canlandıracakları karakterlerin fiziksel olarak görünümleri çok fazla benziyor. Yer yer ünlü isimler de bulunuyor ve Kill Bill I'deki liseli psikopat kızımız bu filmde de Ling Xiaoyu canlandırıyor ama birçok tanıdık simayı bu filmde izleyeceğiz.

Umarım film istediğimiz güzellikte olur da, bol bol izler dururuz ama açıkçası filmin afişini gördükten sonra biraz tereddüt ettim. İnşallah karakterlerin hikayelerine bol bol yer ayırırlar ve bol bol dövüş sahnelerini izleriz.

24 Mart 2009 Salı

"All-Star seçilememek beni üzdü"



NBA'de çok iyi bir sezon geçiren Orlando Magic, pazartesi gecesi deplasmanda New York Knicks'i 106-102 mağlup ederek çıkışını sürdürdü.

Karşılaşmanın ardından AA muhabirine açıklama yapan Magic'li Hidayet Türkoğlu, bu galibiyet sonunda Atlantik Grubu'nun lideri Boston Celtics ile sıralamada eşitlendiklerini belirtirken, yarın bu takım ile yapacakları maçın çok önemli olduğunu, yeşil-beyazlı takımı yenmeleri halinde, Doğu Konferansı'nda ikinciliğe yerleşmeyi hedeflediklerini söyledi.

Türkoğlu, ''Maça iyi başlayamadım. Sanırım onlar da ilk yarıda çok kaçırdığımı görünce benim atış yapmayı bırakacağımı ya da kaçırmaya devam edeceğimi düşünerek savunmayı bıraktılar ama beni iyi bilirsiniz, ben potaya şut atmaktan asla vazgeçmem'' diye konuştu.

Öte yandan milli basketbolcu, NBA'deki en büyük üzüntüsünün, All-Star'a seçilememek olduğunu ifade ederek, ''Geçen sene seçilemeyince çok üzülmüştüm. Bu sene de performansım ve takımın durumu çok iyi olmasına rağmen yine All-Star olamadım. Bu durum, 2 yıldır beni üzüyor'' dedi. All-Star'da oynamasının hakkı olduğunu dile getiren Türkoğlu, tüm arkadaşlarının da onun gibi düşündüğünü söyledi. Türkoğlu, Orlando Magic'in şampiyonluk hedeflediğini de kaydetti.

Kaynak : AA

Herhalde böyle iyi bir sezon başlangıcı yaptığı bir sezon'da All-Star'a seçilememiş olması gerçekten de çok üzücü ama tam coach seçimleri öncesi kötü performans göstermesi ile de biraz da tercih meselesi ile seçilemedi maalesef ama Orlando'da da formunu devam ettirirse, All-Star müdavimlerinden olması kaçınılmaz. Yüreğine sağlık Hido'm.